15.05.2013, 14:16

Irk, Millet ve Ümmet ve İlletleri

 Milletlerin birbirinden farkı, bireylerin birbirlerinden farkına benzer. 

Farklı hasletleri, farklı meziyetleri, farklı zaafları vardır.

İklimden, coğrafyasına, tarihsel tecrübesine kadar bir sürü etken milleti şekillendirir.

Bir milletin her bireyi aynı ileri ya da geri düzeyde değildir.

Millet dediğimiz bireylerin toplam hasletlerinin birikiminin ortalamasını ifade eder.

Bazı milletler natürel yaşamakta direnir, bazıları kültürel aşamaya terfi eder.

“Natürel” derken “organik” anlamında değil, Allah’ın verdiğine fazla bir şey ya da hiçbir şey katmamış olmak anlamındadır. 

Toprakta kendi başına biten ile toprağa ekilenin farkı gibi.

“Kültürel” deyince de kastımız ille de sanattan ibaret değildir.

Çevresini ve çevreden aldıklarını şekillendirme bilinci, dönüştürme unsurları kültürün yönünü ifade eder.

Kültür Allah’ın verdiklerini insanın bireysel ve millet olarak artı ve eksilere dönüştürme yetisidir. 

Doğal olanın ötesinde, doğanın yeniden düzenlenmesini ve terkiplerini ifade eder.

Irkların biyolojik genetiği mesele değildir; asıl olan kültürel genetiktir.

Kimsenin içine doğduğu ırkı, dili, aileyi, ülkeyi seçmediğini biliyoruz.

İnsanlar arasında üstünlük ancak “takva” iledir. 

O takva da dünyada Allah’ı mutlak hâkim olarak görerek yaşamakla olur.

Yani inancımız açısından ırkların sadece ırk olmasından dolayı üstünlüğü yoktur.

Mehmet Akif’in “ırkıma yok izmihlal” demesi onu ırkçı yapmaz.

Dahası teknolojik gelişmişlik ruhen ve ahlaken gelişmişlik anlamında gelmez.

Milletlerin takva ölçüsüne bakmak, ise evvela Allah’ın sonra da tarihin işidir.

Tarih insanların insanlar açısından değerlendirmeleri içerir; yani geçmişin kayıtlandırılmasıdır.

Takva ise, Allah’ın mutlak anlamda Allah’ın bileceği ve ahirete yönelik kayıtları ifade eder.

O nedenle, ırkların üstünlüğüne dair İslam’da bir kayda rastlanmaz.

Ancak bireylerin, milletlerin Allah’a yakınlığı ölçü olarak alınır.

Ne ırk ne ırkçılığa dayalı üstünlük Türk-İslam algısında yoktur.
(Sırf erkek olduğu için kadından üstün olmak algısı olmadığı gibi)

Öte yandan…

Bunları söylerken atların vs. ırklarını da yüceltmeye devam ederiz.

Demek ki hayvan ve bitki âleminde ırk konusu önemlidir.

Ancak insanlar söz konusu olunca ırk farklı bir ideolojik söyleme tabi oluyor.

Ve sorunun temelinde ırk kelimesini biyolojiye indirgememiz yatıyor.

Hayvan türlerinde ırkın önemi insanların onları kullanımlarıyla doğru orantılıdır.

Yani insanların hizmetinde ne kadar olduklarına bakılırsa, hayvanların “asaleti söz konusu olur. 

“Asabiyet” Araplarda “sab” (millet iması var, ama kabile anlamında) kökünden, “asalet” İngilizlerde bir değer olarak algılandı. Aristokrasinin oluştuğu asalet bilinci merkezi hükümet ve devlete hizmet etme karşılığı olarak tayin edilen bir unvan oldu. Nazi Almanya’sındaki tezahürü bütün olarak bir ırkın diğer ırklara üstünlüğü anlayışına dayanıyordu. Benzeri bir üstünlük algısını Yahudiler Tevrat bağıtlanan bir üstünlük olarak algıladılar. 
 
Bu tür üstünlük taslamalar doğuştan var olduğu sanılan üstünlükler üzerine inşa edildi.
 
Arap kabilelerinin yekdiğerine üstünlükleri ve İngilizlerin diğer Krallık unsurlarına üstünlüğü…
Yahudilerde ise, Tevrat’la vesikalandırılan bir üstünlük teması hep var oldu.

Ve aslında—anti-Semitizm konularında haklı olsalar da—Yahudiliğin kendisi üstün Semitist mantığıyla anti-Semitizm’in çıkmasında rol oynadı. 
 
Irkçılık karşıtı ülkelere, milletlere bakılınca tarihlerinde ırkçılığın beşiği oldukları görülür.

“Demokratik” yaftalı ülkelerin ırk karşıtı söylemleri, karşıt ırkları yok etme isteğiyle var oldu.

Yani mesele ırkların iskelet-kas sistemi ve kafatasları değildir. Asıl olan milletle özdeşleşen kültürel genetiktir.
 
Amerikan yerlilerine bakalım, Yahudilere Avrupa tarihi boyunca yapılanlara bakalım…

Avrupa’da Yahudilere sırf Yahudi olduğu için reva görülen bir dinsel görünümlü ekonomik ırkçılıktı. Bir yandan Yahudilik olmadan Hıristiyanlık olamazdı; İsa’nın varlığı buna bağlıydı ve İsa’nın “çarmıha gerilmesi” olmadan Hıristiyanlık zaten temelini kaybederdi. Diğer yandan, Yahudilik, bizzat “Tanrı ve Tanrı’nın oğlu” İsa’yı öldürmekle suçlanıyordu. Bu tarihsel dini husumet aslında Yahudilerin ekonomik hasede kurbanı edilmelerini meşrulaştırıyordu.
 
Ve bugün her ırkın yaşama hakkı olduğunu başkalarına anlatan ülkeler, bugün de başka ülkelere güçleri oranında yaşamak hakkı tanıma tarzında, sosyal Darvinist bir ırkçı yaklaşımda bulunuyor. Yani ırk artık fizyolojik özelliklerin ötesinde bir kültürel-ekonomik ırkçılıktır.

Yani kültürel, ekonomik, askeri, stratejik vb. ırkçılıklar genetik ırkçılığın yerini almıştır. 

Mesela “Batı” bir ırk oluyor adeta; “Doğu” kendi başına bir ırk.
 
Batı Medeniyetini medeniyetin başlangıç noktası yapmak zaten hem yanlış hem ırkçıdır. Yine bir Batılı kavram olan “tarihin sonu”na dair tezler de aynı şekilde ırkçı ve Darvinist mantıkla hareket etmektedir.Medeniyetler Çatışması’nda Huntington’un vurgulamak istediği aslında buydu. Globalizm onca albenisine rağmen aslında beyaz Anglosakson ve Protestan değerleriydi. Liberalizmin üstünlüğü ilkesi, Globalizm’ in tartışılmazlığı, tarihin sonu tezleri de aynıdır. 
 
Öte yandan, Batı dillerinde “Hıristiyanlık” hem İsa’ya inanmayı ifade etti hem de Hıristiyanlığın hâkim olduğu siyasi güç alanlarını (“Christianity” ve “Christendom” kavramları). Yahudilik ile eklemlenen bu mantık aslında her iki dini de kullanan ve onlarla ittifakı alan ve onların ötesinde piyasa ve sermayeyi tanrılaştıran bir mantığa dönüştü. Neo-con ideolojisindeki etkin konumlarına rağmen, mesele dini ve ideolojik değil, ekonomik-politiktir.
 
Dahası…

Ekonomik, teknolojik, politik varlığından dolayı üstünlük iddiaları da ırkçılık gibidir.

G8 gibi bir ekonomik ırkçılık kendi başına kabul görebiliyor.

Birleşmiş Milletlerde veto hakkı olan ülkelerin varlığı da onların üstün konumuna binaen korunuyor; topu topu beş ülkeden biri veto hakkını kullansa tüm dünya iptal oluyor.

Dinsel açıdan bakılınca, her Müslüman’ın inanması gerektiği gibi, Allah katında din İslam’dır.

Bunu baştan beri bütün dinlerin İslam olduğu şeklinde izah edebilirsiniz.

Ancak mevcut “muharref” kitapların mensupları aynı fikirde olmayabilir.

Dahası, Yahudiler zaten kendilerini üstün ve seçilmiş olarak görürler.

Amerikan Püritenleri de öyle görüyorlardı.

Çünkü eski Yahudiler gibi, onların tarihlerini tekrar yaşıyor, yaşatıyorlardı kafalarında.

Almanya ve İtalya’daki ırkçılıklar da tarihsel köklere dair Avrupa ve Asya hâkimiyetini esas aldı.

Amerika’nın tarihsel iddiası ise, Tanrının Amerika’yı tarihsel bir misyonla görevlendirdiğidir.

Yani seküler ve faydacı görünen Amerika’nın tarih algısında dini ve tarihi üstünlük vardır.

İngiltere bu sürece gireli zaten asırlar oldu.
 
İngiltere’nin “Büyük Britanya” veya “Birleşik Krallık” olma sürecine bakınca durum ortadadır.

İngilizlerin daha sonraları ırksal üstünlükleri sözde değil fiilde ve diplomaside oldu.

Ve Batı kaynaklı “demokrasi” ve “liberalizm” kavramlarının her ülke için geçerli yanılsaması…

O nedenledir ki Darvin’in çalışmalarında İngiliz Devletinin büyük destekleri oldu.

Darvin yok edilen veya edilmesi gereken millet ve ırklara dair bilimsel bir destek oldu.

Onun tezlerinde doğaya bakarak, doğal olanı kültürel olan insan âlemine uyarlamak vardı.

Mesele evrim değildi; evirilemeyenlerin yok olacağı ve olması gerektiği inancıydı.

Yani farklı ırkların varlığı birbirini anlamak için vesile iken, onların yok edilmesi için bilimsel bir meşrulaştırma süreci oldu. 
 
Bu durum daha sonra da bizzat Hıristiyanlığın yeniden yorumlanmasını beraberinde getirdi. Bu yorumlamalar 16. Yüzyıldaki Protestan yorumlarından ve Katolik-Anglikan çatışmalarından farklı gelişti.
Aslında Haçlı Seferleri sırasında Papalığın yaptığı bir tevili, Max Weber dini kapitalizm için tevil ederek, Hıristiyanlıktaki vicdan muhasebesini felsefi olarak kaldırmış oldu. “Protestan ahlakı” ve “Kapitalizmin ruhu” dediği unsurlar, dinden aslında ruhu, duyguyu çıkaran, dünyada üretim ahlakı anlamında sekülerleştiren tezler oldu.
 
Ulus kavramının karşılığı, ırk temelli bir benzerlik değildi. Belki dil ve din, askeri birliktelik, siyasi işbirliği amildi; ancak genetik olarak ırk kavramı zaten tarihsel olmaktan çok Batı kökenli antropoloji çalışmalarıyla, 19. Asırda ortaya çıkmaya başladı. Önce, Doğu’yu anlama çabası, sonra Doğu’yu yağmalamaya sonra Doğu’nun köklerini de aslında Batı olarak göstermek tarzında, Beyaz Batı’nın üstünlüğünü ortaya koyma şeklinde gelişti. Robinson Crusoe’da Robinson sembolik olarak o Batılı Beyaz efendiyi ifade eder. Karşısında ise, onu dilini öğrenmesi gereken ve öğrenirken, Robinson’a adıyla değil, “efendi” diye dil kuralı gibi öğrenen köle Robinson vardır. Hegel’in “efendi-köle” olarak ifade ettiği bu durum felsefeden önce edebiyatta kendini gösterdi, sonrasında politikaya ve bilime yansıdı. 
 
Millet ve ümmet kavramlarına gelince, İslam medeniyet tarihinde bu kavramlar genelde eş anlamlı gibi kullanıldı. “Ümmet” kavramı, “amme” (toplum, topluluk) olarak gibi algılanmadı. 

O nedenle, millet denirken “ulus” anlaşılırken, aynı zamanda aynı kıbleye yönelen milletleri ifade de etti: yani ümmeti. Ümmet olarak İslam şemsiyesi altında toplulukları bir araya getirirken, millet olarak kimlikleri de içinde barındırmaya devam etti. 
 
Ve aslında “ümmet” aynı anadan yani aynı ana dinden gelmeyi, ya da anadan doğuştaki şekliyle var olma anlamındaki “ümmi” kelimesiyle aynı köktendi. İslam ümmeti İslam’ı bir anne gibi algılar ve ümmetliği aynı dinden olmak üzerine inşa ederken, aslında millet olarak dil, sanat, edebiyat gibi farkları millet olarak muhafaza konusunda yasaklayıcı olmadı. Şirk olmadıktan sonra sorun yoktu. 
 
İslam’da ise, önce Araplar kabileden millet olmaya dönüştü. Sonrasında ise, milletten “ümmet”in bir parçası olarak tarihte yer aldılar. Yani Arapların kabile geleneklerinde “baba” yani ata varken, ümmet olma aşamasında “ümm” yani aynı anneden gelmelik konumu ortaya çıktı. Baba millet olarak devam etti, ama anne olarak “ümmet” şemsiyesi yani dinsel annenin kanatları altında varlığını ifade etti. Ve buradaki ayrışmada en büyük rolü başlarda bazı Arap liderlerin İslamlaştırma ile Araplaşma arasında fark gözetmemeleri rol oynadı. Arapların İslamla buluştukları noktada medeniyete koşturmaları bazın dönemlerde onların Türklerin onları “necip” millet olarak algılanmalarına da neden oldu. Oysa bazı Arap liderler için İslamlaştırmak kadar Araplaştırmak da önemli rol oynamıştır. 
 
Millet kavramını "ulus-devlet" öcüsüyle algılamak yanlıştır. 

Ulus olmayı her zaman becermelerine rağmen devleti olmayan millet Yahudilerdi.

Ki ulus-devlet süreci Türklerle başlamamış onlarla da bitmemiştir.

Ama Türkler İslam’dan önce de millet olma bilincine sahiptiler.

Bunu da kurdukları devletlerin genlerine yansıttılar.

Kültürel genetikte esas olan doğal genetik üzerine ne konulduğudur.

Bu da bir milletin medeniyet algısını, natürel olan kültürel olan taşımasıdır.

Dahası, bunu yaparken medeniyeti zulüm üzerine kurup kurmadığıdır.

Kimileri Allah'tan aldığını güzel işler, kimileri batırır.

Devlet kuran milletlerin hasletleri nelerdir mesela?

Millet, ailenin büyük halidir. 

Aile-devlet ve hanedan öyle oluştu.

Bir ferdin diğerinden üstünlüğü takva ile olduğu gibi, takva sahibi milletler de vardır, olmuştur...

Biyolojik insan kültürel insan, estetik insan, dindar insan nasıl varsa, milletlerin de farklı alanlarda ağırlıkları, hasletleri vardır.

Bir milleti anlamak istiyorsak mitolojisine bakmak en iyi yoldur.

Tanrı algısı mitlerde en temel meseledir.

Sonrasında Tanrı-insan, erkek-kadın algıları gelir.

Mitos, “Logos” yani “mantık” yürütme tarzını ortaya koyarken, milletin tarih içinde aldığı ve almak istediği yeri de belirler.

Acaba Allah bir millete diğerlerine tahakküm etme misyonu vermiş midir?

Yoksa hâkim olmakla hizmetkâr olmak arasında bir güç yönetiminden mi bahsetmek lazım?

Enteresan gelebilir: Türklerde cihan hâkimiyeti mefkûresi coğrafi olarak algılanır, Yahudilerde, İngiliz ve Amerikalılarda insanlarla ilgilidir bu hâkimiyet fikri.

Türklerdeki birlik fikrinin temelinde gök ile otağ arasında kurdukları bağ vardır. 

Otağ sembolik olarak gök kubbedir. Zamanla otağ "oda" olmuştur.

Türkler ise “ümmet” kavramını Otağın sıcaklığı ve sancaklığı içinde kucaklamışlardır.

Babayla gelen Otağı, anne (ümm) ile inanç alanına bu nedenle çok fedakârca açmışlardır.

Türkiye’nin bir Ensar Yurdu gibi davranması bu nedenledir.

Ensar’ın takva sahibi olmadığını kim iddia edebilir? 
Yorumlar (0)
15
açık
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 36 99
2. Fenerbahçe 36 93
3. Trabzonspor 37 64
4. Başakşehir 37 58
5. Beşiktaş 37 56
6. Kasımpasa 37 53
7. Alanyaspor 37 51
8. Sivasspor 37 51
9. Rizespor 37 50
10. Antalyaspor 37 48
11. A.Demirspor 37 44
12. Samsunspor 37 43
13. Kayserispor 37 42
14. Konyaspor 37 41
15. Gaziantep FK 37 41
16. Ankaragücü 37 40
17. Hatayspor 37 38
18. Karagümrük 37 37
19. Pendikspor 37 37
20. İstanbulspor 37 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 34 75
2. Göztepe 34 70
3. Sakaryaspor 34 60
4. Bodrumspor 34 57
5. Ahlatçı Çorum FK 34 56
6. Kocaelispor 34 55
7. Boluspor 34 53
8. Gençlerbirliği 34 51
9. Bandırmaspor 34 50
10. Erzurumspor 34 44
11. Ümraniye 34 43
12. Manisa FK 34 40
13. Keçiörengücü 34 40
14. Adanaspor 34 39
15. Şanlıurfaspor 34 38
16. Tuzlaspor 34 38
17. Altay 34 10
18. Giresunspor 34 7
Takımlar O P
1. M.City 37 88
2. Arsenal 37 86
3. Liverpool 37 79
4. Aston Villa 37 68
5. Tottenham 37 63
6. Chelsea 37 60
7. Newcastle 37 57
8. M. United 37 57
9. West Ham United 37 52
10. Brighton 37 48
11. Bournemouth 37 48
12. Crystal Palace 37 46
13. Wolves 37 46
14. Fulham 37 44
15. Everton 37 40
16. Brentford 37 39
17. Nottingham Forest 37 29
18. Luton Town 37 26
19. Burnley 37 24
20. Sheffield United 37 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 36 93
2. Barcelona 36 79
3. Girona 36 75
4. Atletico Madrid 36 73
5. Athletic Bilbao 36 62
6. Real Sociedad 36 57
7. Real Betis 36 56
8. Villarreal 36 51
9. Valencia 36 48
10. Getafe 37 44
11. Deportivo Alaves 37 43
12. Sevilla 36 41
13. Osasuna 36 41
14. Las Palmas 36 38
15. Rayo Vallecano 36 38
16. Celta Vigo 36 37
17. Mallorca 36 36
18. Cadiz 36 32
19. Granada 36 21
20. Almeria 36 17