11.08.2012, 01:51

Milletinin Hizmetinde, Milleti Tarafından Sahiplenilen Bir Kurum Olarak “Ülkücülük”

  Milletin hemen hemen her tabakasının kendinden bir şeyler bulabildiği “ülkücü fikir sistemi” milletle etkileşim içerisinde “ülkücü duruşu” doğurmuş. Tarih sahnesinden silinen nice değerlerin aksine “ülkücüğün” çağını aşan ve sonraki nesillere aktarılabilecek bir konuma erişmesine katkı sağlamıştır. Milli algı, “ülkücü duruşun” doğal ve haklı bir sonucu olarak vatanın bütünlüğüne ve toplumun yapısına yönelik her türlü tahribata karşı ahlaki niteliklerle beraber milletin yekvücut olmasını sağlamıştır. “Ülkücülüğün” daha önce de vurgulanmış olan bir diğer misyonu ise; Türk milletinin teşkilatçılık vasfından doğan devleti yaşatma ülküsü olmuştur. Bu saklı cevher, tarihler boyunca Türk boyları tarafından aktarılan ve ülkücülüğün felsefesinde can bulan bir diğer kaynaktır. Demokrasi ve küreselleşmenin ayak seslerinin adım adım daha bir gür duyulduğu dünya sahnesinde önce komünizm denen sinsi düşman ile milli birliğin mücadelesine tanık olundu. Ruhların esaret kabul etmediği bir coğrafyayı pençesi altında ezen SSCB bu kanlı düzenin baş mimarıydı. Yaygınlaştırmaya çalıştığı komünizm tehdidi ve bu fitneyi milletimize enjekte etmek isteyen kızıl işbirlikçiler ise Türk Milletinin asırlardır muhafaza edip sancaktarlığını yaptığı İslam’ın öncelikli düşmanı halini almışlardı. Maddeyi mana üzerinde tutan, toplumu kaos rejimleri ile hürriyetinden alıkoyan sömürgeci zihniyete sahip her düzen; karşısında fikir zemini sarsılmaz, direnç ve mukavemet kudretini önce Allah’tan daha sonra ise milletinden alan “ülkücü duruş”u yani bu milletin öz benliğini bulacaktı. Tarihin nabzını gerekirse; o dönemde ürkek kalemlerin ve aciz yönetimlerin dile getiremediği “Dış Türkler” meselesini bu doğrultuda şerefli ülkü sancağının mensupları dile getirmiştir. Ülkücü fikir sisteminin ve de ülkücü duruşun altın çağının tesisini sağlayan aynı zamanda “Ülkücü Hareket”in kurucu ve önderi Başbuğ Alparslan Türkeş Hindistan sürgününden hasret kaldığı vatanına dönüyor ve şu ibretlik sözü sarf ediyordu: “Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez.”[1]  Başbuğ Alparslan Türkeş’in bu yöndeki takdirine uyan bu kutlu davanın mensupları başta ülkelerini bu putperest ideolojiden korumak daha sonra ise Müslüman soydaşlarını bu kanlı ellerin pençesinden kurtarmak için kamuoyu çalışmaları, yürüyüşler ve toplantılar düzenlenmiştir. Ne var ki meşru yolları tahribata uğratmaktan kaçınmayan Türk milletinin düşmanları, bu fikriyata mensup rahmetli Ruhi Kılıçkıran’ı 1968’in soğuk bir kış gün şehit etmişlerdir. 

Ülkücülüğün engel tanımaz kutlu zaferine giden süreçte Ruhi Kılıçkıran “Ülkücü Hareketin” verdiği ilk şehit oldu fakat Ruhi Kılıçkıran’dan, 12 Eylül zulümlerinde sehpalara yürüyen Mustafa Pehlivanoğlu’na kadar nice ülkü sevdalısı bu uğurda can verdiler.  Ülkücü fikir sistemi ile başlayan, ülkücü duruş ile aksiyoner yapıya kavuşan bu kutlu sevda, yaşatmak ülküsünden aldığı ilham ile ebed i kuşatacak nihai halini almış “Ülkücü Hareket” olarak tarih sahnesine çıkmıştı artık. “Ülkücü Hareket” Başbuğ Alparslan Türkeş’in ellerinde can bulan, Dündar Taşer, Gün Sazak, Galip Erdem ve Seyyid Ahmet Arvasi gibi fikir ve siyaset kabiliyetleri yüksek mertebelere hâsıl olmuş şahsiyetler tarafından su verilmiş, büyük bir çınar olmuştu. ”Ülkücü Hareket” fikir ve toplum hayatına nasıl birlik ve bereket vakfetmiş ise devlet yönetimine ve siyasete de damga vurması kaçınılamazdı. Çok kutuplu bir dünyada bir tarafta Rusya’ya ve Çin’e öte yandan ABD’ye millet menfaatlerini peşkeş çekmeye çalışanlara karşı meydanlarda “ülkücülüğün” “Her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından” sesleri yükseliyordu. [2]  Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana en çetin şartlar ile imtihan edilirken, ülkücü mücadele ruhu siyaset sahnesindeki yerini almaya hazırlanıyordu. 17 Kasım 1950’de Orkun dergisinden Kazganoğlu[3] mahlası ile yükselen ses, tarihler 9 Şubat 1969’u gösterdiğinde Türk milletinin onurlu mücadelesini sergileyen bir haykırış olmuştu. CKMP isim değişikliğine gidiyor yerine kurulan Milliyetçi Hareket Partisi ise “ülkücü fikir sistemini” 9 Işık Doktrini[4] ile benimsiyordu. Türk siyasi tarihinin bu dönüm noktasında bir fikir hareketi olarak başlayan ülkü birliğinin, dönemin en zor şartlarında Türk-İslam ülküsüne hizmet için siyasallaşma ve partileşme sürecine gittiği görülmektedir. Dönemin ağır şartlarını göz önünde bulundurursak; öncelikli vazifenin devletin temel direklerini bölücü ve anarşik faaliyetlere teslim etmemek için bir milli birliği canlandırmak ve ülkücü duruşu ortaya koymak olduğunu söyleyebiliriz. Zira bu uğurda şehit düşen nice ülkücü ay yıldızlı bayrağın mevcudiyetini muhafaza etmek için canlarından vazgeçmişlerdir. Ülkücü hareketin siyasallaşma sürecinde ehemmiyet verilen konuların başında yine Müslüman Türk’ün, benliğine ve birliğine halel getirecek her tür senaryonun sahneye konulmadan yırtılıp atılması gelmekteydi. 

Dönemin en sinsi tehlikelerinden köhne ve kokuşmuş bir sistem olan komünizm; yeniçağın materyalizm hastalığı ile adeta iltihaplar saçan bir çıbanı andırmaktaydı. Bu hastalıklı ideolojinin hem Türkiye coğrafyasından hem de esir vatanlardan def’i için öngörüsü her daim yüksek olan ülkücü hareket milli menfaatleri göz önüne alarak bu hastalığı bünyeden atma gayretinden bir adım geri durmamıştır. Tarihten günümüze yayılma sahasını, Türk vatanları,[5] bellemiş Rusya’nın her türlü emperyalizmine, Batı’nın sözde medeniyeti(!) çerçevesinde gerçekleştirilen kültür asimilasyonuna ve iktisadi gerilemeye karşı siyaseten ve diplomatik yollardan mücadelenin şartı ise ülkücülerin olmazsa olmazları arasındaydı. Bu doğrultuda siyasi bir çatının altında teşkilatlanmak ülkü güneşinin tüm cihanı aydınlatması için ilk basamak olacaktı. Milliyetçi Hareket Partisi’nin kuruluşu ise işte bu ahval çerçevesinde gerçekleşmiştir. “Ülkücülüğün” öncelikli görevleri; iktidar kurumlarındaki teslimiyetçi zihniyeti etkisiz kılmak, iktisaden olgunluk[6] seviyesine eriştirilecek devlet yapısı, millet refahı ve demokrasi yanlısı bir siyasetin tesisi ile birlikte tüm Türkiye’yi gönül bağı ile çepeçevre sarmaktı.  Türk siyaset tarihine bakıldığında, Ülkücüler 3 kez hükümet ortağı olmuş 9 kez de meclis çatısı altında Türk Milletinin teveccühü ile yer almıştır. Siyaset sahnesinde gün geçtikçe tek başına iktidara yürüyen Milliyetçi Hareket Partisi, dönemin bozuk düzenine ve demokrasi masalları üreten yönetimine karşı direnen Türk milletinin sembolü olmuştu. Ne var ki tam da o dönemde; bahane edilen ülke içi huzursuzluk ortamının ve iç karışıklıkların asıl müsebbibi kişiler, iktidar hırs ve hayalleri ile 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştirmişti. Bu müdahale sonucunda ise büyük ve müreffeh bir Türkiye’nin tesisi için can-ı gönülden çalışan ülkücüler, milletin üvey evladı muamelesine maruz kalmışlardı. İmanın, ahlakın ve devletin teminatı olan ülkücü kadrolar hapis yatmış, işkence görmüş, idam sehpalarına götürülmüştür. Bir ondan bir bundan infaz mantığı ile masum fidanların ocaklarına od düşmüştür.  1980 sonrası ülkücü hareketin toparlanma döneminde ise Seyyid Ahmet Arvasi’lerin, Ali Metin Tokdemir’lerin, Galip Erdem’lerin ve Ülkücü hareketin sancak devir tesliminde o sancağı en önde tutacak olan Dr. Devlet Bahçeli’nin emekleri hayati önem arz etmektedir. Necip Fazıl Kısakürek o meşhur mısralarını adeta ülkücü ve milliyetçi hareket için yazmıştır. “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes. Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es.”[7]Türk fikir hayatında dönüm noktası olan, siyasette ise adım adım Türk milletinin gönlüne taht kurmaya başlayan Ülkücü-Milliyetçi Hareket kanaat önderleri ile beraber darbenin getirdiği zor günleri de aşma arzusundaydı. Ülkücülüğü hak ettiği yere taşımak, Başbuğ Alparslan Türkeş’in 80 ihtilali kanunsuzluğu ile tutuklu bulunduğu günlerinde yanan ocağı muhafaza etmek, ebetteki meşakkati yüksek bir işti.  

Yıllar geçtikçe dünya değişiyor ülkücü fikir sisteminin getirdiği yenilikçi ve gelişmeci unsurlar ülkücü hareketin siyasetinde etkisini sürdürüyordu. 1990 sonrası Türk Milliyetçilerinin kızıl elmalarından biri olan Orta Asya Türk coğrafyasının azaldığı gerçekleşmişti. Türk Cumhuriyetleri birer bire bağımsızlıklarını ilan ederken “Mücadelemiz zaferle sonuçlandı. Gazamız mübarek olsun” diyen Başbuğ Alparslan Türkeş, Bizans’ın fethinden sonra Otranto’yu kuşatan Fatih Sultan Mehmet Han misali. Türk dünyası için yeni bir hedef öngörmekteydi. Ülkücüler darbenin getirdiği acıları öz kardeşlerine, dindaşlarına kavuşmanın heyecanı içinde sineye çekiyordu. Kutlu birliğin inşası için kurultaylar, toylar düzenleniyor ve yüz yılı aşkın süredir gerek Çarlık gerek ise Bolşevik rejiminin açtığı yaralar kapatılmaya çalışılıyordu. Gerek doğu gerek batı sömürgeci zihniyeti, Ortadoğu ve Orta Asya’nın mazlum milletlerini bilhassa da İslam coğrafyasını tahrip etmek için İslam’ın bayraktarlığını asırlar boyunca şerefle üstlenmiş Türk milletini yaşadığı tüm coğrafyalarda kıskacına alma gayesini, bugün olduğu gibi dün de taşımaktaydı. Osmanlı’nın bekasının ardından kalan öz hakkımız Milli Misak bile çok görülmüş, Müslüman-Türk’ün yaşam sahası elden geldiğince daraltılmaya çalışılmıştır. Küreselleşmenin etkisi ile Batı’nın dünyaya hâkim olmaya çalışması; kendi savunduğu pek çok değere işine gelmediği vakit sırt çevirmesine yol açmaktaydı. Bu doğrultuda; Doğu Türkistan’da, Karabağ’da, Batı Trakya’da, Çeçenistan’da, Kuzey Irak’ta, Bosna’da ve Güney Azerbaycan’da[8] Türk milletinin öz evlatlarına karşı işlenen insanlık suçlarını dünya kamuoyu görmekten acizdi. Ülküsünün menzili hudut tanımayan Türk milliyetçilerinin aklında öze dönüş hareketlerini hürriyetini kazanmış Türk coğrafyalarında yaymak mevcuttu. Fakat belki de ülkücülüğün en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda Başbuğ Alparslan Türkeş, Hakkın rahmetine kavuştu (1997). Türkiye’nin görüp görebildiği en kalabalık cenaze töreni aslında çok şey anlatıyordu. Üç milyonu aşkın kalabalık ve Ankara’ya ulaşamamış birçok ülküdaşından başka hiçbir örnek “ülkücü fikir sisteminin” bu denli benimsemiş olabileceğini daha iyi anlatamazdı. Hak Teâlâ’nın katına tüm milletinin duaları ile uğurlanırken; Ülkücü hareketin duraklamaya yahut fetrete girmesine mahal vermemek, Türk fikir ve siyaset tarihinde en yüksek gönül birliği ile benimsenen “ülkücülüğün”  mertebesini daha da yükseltmek Ülkücülerin üzerine düşen en büyük vazifeydi. Ülkücü-Milliyetçi Hareket demokrasinin bir gereği ve Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor[9] ayet-i kerimesi hasebince bayrağı kaldığı yerden dalgalandıracak liderini çok  zaman geçmeden ülkücü iradenin ışığında belirlemişlerdi. “Önce ülkem ve milletim” düsturunu,  kıtalar ötesi emperyalist oyunlarına karşı ülkücülüğün temel politikası olarak belirleyen Devlet Bahçeli,  21.yy a girerken hem “ülkücü fikir sisteminin” yapısal ahengi içerisinde karar alacak hem de Türk milletinin ve devletinin varlığını müreffeh bir şekilde sürdürmek için seçilmiş bir liderdi. Modern çağda özlenen kutlu iktidarlar ve kadroları iman dolu gençlerle güç bulmuş lider bir Türkiye yolunu, ülkücülüğün önüne yeni bir vizyon olarak belirlenmişti. Cumhuriyetin kuruluşunda teşekkül eden “ülkü birliği” onu kuruluşunun ilk asrında yani 2023 yılında güçlü, söz sahibi ve dirayeti yüksek bir seviyeye ulaştırmayı hedeflemekteydi.
 
[1] Başbuğ Alparslan Türkeş’in Sözleri, http://www.mhp.org.tr/basbug_ozlu_sozleri.php?dummy=1&printpage=ok, (15.02.2012)
[1] Dr. Hayati Bice, http://ulkucuyazarlarbirligi.org/, (13.02.2012)
[1] Nuri Gürgür, "Alparslan Türkeş'te Tarih Şuuru", MHP Genel Merkez Yayınları, Ankara 1998, s. 114.
[1] Alparslan Türkeş, Milli Doktrin 9 Işık , Kamer Yayınları, İstanbul 1997, s.12-22
[1] Ziya Nur Aksun, Dündar Taşer’İn Büyük Türkiye’si, Kutluğ Yayınları, İstanbul 1974, s.178.180
[1] age, s.158
[1] Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2000, s.120
[1] Hüseyin Adıgüzel, Özbekistan Birlik Halk Hareketi ve Azerbaycan Halk Cephesi, İnsan ve Demokrasi Vakfı Yayınlarıİstanbul 2000, s.3
[1]   Nisa, 5/ 58


Yorumlar (0)
15
açık
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 34 89
3. Trabzonspor 34 58
4. Başakşehir 34 52
5. Beşiktaş 34 51
6. Kasımpasa 34 49
7. Rizespor 34 49
8. Alanyaspor 34 48
9. Sivasspor 34 48
10. Antalyaspor 34 45
11. A.Demirspor 34 41
12. Kayserispor 34 40
13. Samsunspor 34 39
14. Ankaragücü 34 38
15. Karagümrük 34 36
16. Konyaspor 34 36
17. Gaziantep FK 34 34
18. Hatayspor 34 33
19. Pendikspor 34 30
20. İstanbulspor 34 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 32 72
2. Göztepe 32 66
3. Sakaryaspor 32 57
4. Kocaelispor 32 55
5. Ahlatçı Çorum FK 32 55
6. Bodrumspor 32 53
7. Boluspor 32 50
8. Bandırmaspor 32 47
9. Gençlerbirliği 32 47
10. Erzurumspor 32 44
11. Keçiörengücü 32 39
12. Manisa FK 32 37
13. Ümraniye 32 37
14. Şanlıurfaspor 32 34
15. Tuzlaspor 32 34
16. Adanaspor 32 33
17. Altay 32 15
18. Giresunspor 32 7
Takımlar O P
1. Arsenal 35 80
2. M.City 34 79
3. Liverpool 35 75
4. Aston Villa 35 67
5. Tottenham 34 60
6. M. United 34 54
7. Newcastle 34 53
8. Chelsea 34 51
9. West Ham United 35 49
10. Bournemouth 35 48
11. Wolves 35 46
12. Brighton 34 44
13. Fulham 35 43
14. Crystal Palace 35 40
15. Everton 35 36
16. Brentford 35 35
17. Nottingham Forest 35 26
18. Luton Town 35 25
19. Burnley 35 24
20. Sheffield United 35 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 33 84
2. Barcelona 33 73
3. Girona 33 71
4. Atletico Madrid 33 64
5. Athletic Bilbao 33 58
6. Real Sociedad 33 51
7. Real Betis 33 49
8. Valencia 33 47
9. Villarreal 33 45
10. Getafe 33 43
11. Osasuna 33 39
12. Deportivo Alaves 33 38
13. Sevilla 33 38
14. Las Palmas 33 37
15. Rayo Vallecano 33 34
16. Mallorca 33 32
17. Celta Vigo 33 31
18. Cadiz 33 26
19. Granada 33 21
20. Almeria 33 14