18.05.2013, 04:07

Tarihi hangi hikâyeci yazar?

 “Tarih” okumayı, örneğin hikâye ya da roman okumaktan daha ciddi bir iş sananlarımız çoktur. Oysa ikisi de birer anlatıdır. Masallar ise anonimdir. “Halk hikâyesi” denmesi biraz da ondan. Üstelik İngilizce “history” kelimesi “story” kelimesi aynı kökten gelir. Yani zamanla bir milletin hikâyesine “tarih”, bir veya birkaç kişinin anlatısına ise “hikâye” denilmiştir.Meselâ, eski romanlara bakınız. Size “History of Tom Jones” derken, Henry Fielding aslında “Story of Tom Jones” demek istemektedir.

İşte bu nedenledir ki, yaklaşık iki asırdır --aradaki anlam farklılaşır gibi görünse de-- “hikâye” tarihleşmektedir. Batı dillerindeki “tarih” ile “hikâye” kelimesi aynı kökten gelmektedir (“history” ve “story”). Farklı disiplinlermiş gibi görünür, ama bugün de geçerli olan bir şey var ki: tarih yazarı ile anlatı yazarının söylem evreni aynıdır. Herhangi bir hikâye ile herhangi bir tarih vakası arasında gerçeklik açısından hiçbir fark olmayacağı gibi, tarihin kurgusal hikâyeselliği düşünülürse, hikâyenin gerçekçiliği daha da ağır basabilir.

Dilde anlamlar bazen genişler, bazen daralır. Hatta dilde, toplumlardaki yozlaşmalarla doğru orantılı olarak, kelimeler de yozlaşmanın aynası olurlar. Yine İngilizcede “Gay” kelimesi, aslında “neşeli, mutlu demektir. Arapçada “İbn” kelimesi ise, aslında “oğul” demektir.

Çoğu insan, tarihi kendi varlık alanı doğrultusunda içselleştirir: Sağlam “gerçek” ve “verilere” dayalı bir bilim dalı olarak görür. Hâlbuki tarih, ideoloji ve çıkar ilişkileri içinde kişisel tercihlerin ürünü bir anlatıdır. Öne çıkarma, geri bırakma, veri uydurma, veri çarpıtma, veri göz ardı etme gibi unsurlardan dolayı, tarih yazımı aslında bir hikâye yazımından öte değildir.

“Tarihin babası Herodot”un anlattıklarının çoğu, kendinden önce yazılan mitolojik eserler ve benzeri anlatılara dayanır. O yazdıktan sonra ise, tarih olmuştur. Kendisinden sonra gelenler de Herodot’u referans alarak yazınca, tadı tarihe sürülen bir anlatı çıkar ortaya.

Bu dönüşümün 15. yüzyılda William Caxton’ın matbaayı icadı ve sonrasında özellikle 18. yüzyılda gazetelerin çıkmaya başlamasıyla birlikte yeni bir yüz kazandığını gözlemleriz. Joseph Addison ve Richard Steel’in çıkardığı The Spectator, doğası itibariyle birçok kurgu içeriyordu. Sonraları  çok taklitleri çıkan Tatlerdergisi ise ayrı bir tarihsel kurmaca ürünüydü.

Yani tarih dediğiniz de aslında bir kurgulama işidir. Sokrat bundan dolayı “kurgu”ya “yalan” der ve bu yüzden şair ve edebiyatçıları ideal devletinde istemezdi. Onlar kurgucuydu onlar. Ve Sokrat’a göre, kurgu yalandı; unuttuğu ise, kurgunun kendi içinde oluşturduğu “gerçeklik”  idi.

Olaylar vardır, kişiler ve kahramanlar vardır, gazeteler vardır arşiv olurlar zamanla. Yalan dahi, yazıldıktan sonra artık gerçek olmuştur, yazılı referans olmuştur. Hele bir de görsel unsurları eklerseniz, katil ile maktul yer bile değiştirebilir. Fotoğrafın içinde olan ayrı olabilir. Ancak fotoğrafın altını yazan kendi objektifiyle yeniden çekimleyebilir fotoğrafı.

Onun içindir ki, her yorum aslında bir yeniden yazmaktır. Her tercüme bir yeniden yazmaktır. Hatta her okuma bir yeniden yazmaktır. Okurken bizleşen kelimeler, bizdekine tercüme eder kendilerini.

Tarih değerlendirmelerinde yapılan tasniflerden bir kısmı “Mistik Çağ”, “Kahramanlar Çağı”, “Aristokrasi Çağı”, “Halkın Çağı” ve tekrar “geriye dönüş” çağıdır.Türkiye'nin yaşadığı zihinsel reşarj, bir entelektüel, kültürel ve semantik deşarj dönemidir. Bir başka deyişle, Türkiye hâlâ ideal bir dil arıyor; “her biri daima diğerinin peşinde olan, ama bulamayan, başa çıkamadığı bir dil.” Bu dilin önündeki engel, Matrix’in tayin ettiği algılama ve müstemlekeci eleştiri yaftalarıdır.Doğunun hikâyesini en az üç asırdır Batı yazmakta, adına da tarih demektedir.

Harflerin eprimeleri, seğirmeleri, cilt kapağı ve sayfa marjinleriyle olduğu kadar, kendi iç dinamikleriyle de ilgili imlâ hatalarıyla çıkan zafiyetler de eklenince geriye kitaba giydirilen anlamı suhulet ile kabullenmekten başka bir şey kalmamaktadır.

Hâlbuki dil, onunla kitap yazmak isteyeni de ona anlam vermek isteyeni de aşan, ne onlarla başlamış, ne de onlarla bitecek olan oligarşik bir manevra alanı değil, kurumsal ve toplumsal katılımı zorunlu kılan anlamını ancak böyle bulması gereken bir iştiraktir.

Dil, ister sese dökülsün, isterse ventrilog marifetiyle saklansın veya sırf zihinsel mekanizmalara ve klik aşinalıklarına aracılık etsin, kalıplaşmış anlam merkezlerinin dayatmalarına meydan okur. Bilinenle bilinmeyen, var olanla yok olan, sabit olanla değişken olan arasındaki ilişkidir anlamı tayin eden.

Jacques Derrida’nın ifade ettiği gibi, hiç bir anlam ebediyen mutlak ve değişmez değildir. Gelen anlam, hâlde giydirilmiş olan anlamı öteleyerek, monolojik telaffuzların ve kakafonik seslerin vurdumduymaz, aldırışsız anlamlarını bastırır ve kendi hareket alanı içinde bir senfoninin mahur harmonisine bırakır yerini. O halde herkes, “bütün yazıların metinler arası yapısı ve tarihini” iyi bilmelidir. Mutlak, kati ve katı olmayan “anlamlar ağı” tayin edecektir kitabın anlamını.

Tarih böyle bir kitaptır. Anayasa ve özgürlükler böyle kitaptır. Uzlaşmaya önce tarihten başlamak lâzım; tarihi hikâye etmeden. Bunun anahtarı da sorgulamaktır; takıntısız, saplantısız ve korkusuzca. Edward Said’in dediği gibi, tek merkezli bir bakış, bir fikrin sadece “bir tek fikir olduğunu düşündüğümüz zaman ortaya çıkar.” Hâlbuki her fikir, tarihteki birçok fikirden sadece biridir. Monolojik doğası icabı tek merkezli bakış “çoğulculuğu inkâr eder” ki israfın olduğu yerde kazancı görmektir bu.
Totaliter tabiatı  olan siyasi, içtimai, iktisadi her anlamlar silsilesi, kitaptaki imlâ işaretleri kalktığı an omuz omuza, saf saf olur ve aralarına sokulan cilde giydirilen her anlamı bir gün kusarlar dışarıya. 
Öznenin giydirdiği anlam, sessiz harflerin seddi ve karşı duruşuyla meydana gelir.

Okumanın düğümlendiği nokta şudur ki; insanların dünyaya verdiği anlamla, gerçeklere verdiği anlamlar paralel gitmesi ve dolayısıyla, monolojik kendi realitesine hapsolması ve bu nedenle, yorumların (1) sadece tek anlam olduğu, (2) başka anlamlar olamayacağı şeklindedir. Bu, yorumların ötesinde metni, kelimeleri aynı kalsa da yeniden yazmak anlamına gelir ki, burada okuyan kişi veya kurum onu aslında yeniden yazmak eğilimindedir. Ve yorumlamak suretiyle yeniden yazmaktır. Yorumlamak, yeniden yaratmaktır da...

Sergei Eisenstein’ın Ekim filmi Bolşevik Devrimini konu alır. Sinematografi şaheseri bu filmdeki sahnelerden birinde halk, artık Çarlığın zulmüne dayanmayıp ayaklanmaya başlamıştır. Yönetmen işte bu halktaki şahlanış anını yansıtmak için, üsteleme (superimposition) tekniğini kullanır. Duvardaki aslan heykelinin başına teksif eder kamerayı.

Aslan heykeli tabiatı itibariyle cansızdır. Ancak öncelikle önden, sonra alttan, sağdan ve soldan yapılan hızlı çekimleri ustaca birleştiren yönetmen, aslanı, görkemli başı ve yelesiyle kükrer hâlde yansıtmıştır izleyiciye. Sonuçta izleyici donuk bir heykel değil, özündeki aslanlık cevherini kuvveden fiile geçiren, kükreyen ve kükredikçe insanlarla özdeşleşen bir hâl alır. Bir aslana döner kamera, bir halka ve artık hangisi hangisidir fark edilemez hâle gelir.  Her şeyin Çar’a ait olduğu, onun hizmetinde sanıldığı Rusya’da ne Çar’ın kendisi ne de avanesi o aslanın, aslanlaşan halkı, halklaşan aslanı iyi okuyamamışlar, vitrin malzemesi ve tezyinattan öteye varmadığını sanmışlardır.

Algılama ve okuma melekleriyle körlüğün, sağırlığın rahatlığıyla yaşamışlar, kendileri kör ve sağır olunca başkalarının konuşmadığını ve görmediğini sanmışlardır. Fakat Eisenstein aslanı iyi okumuş ve yorumlamıştır. Yine Eisenstein denizaltındaki insan hissiyatlarının Potemkin zırhlısını yukarı çıkıp nasıl alt ettiğini de görebilen insandı.

İdeolojisi kimilerine farklı gelebilir, ama o bir sanatçı idi. İnsana melekelerini, meleklere havale etmeden, insanın hukuku ve insan olmanın onuruna nüfuz eden bir anlayışla ortaya koymuştur. Ve yapılan tarihle, yazılan tarihlerin anlamını iyi okumuştur. Tarih ne ezberle başlar, ne de yenilenen ezberle biter. Sadece öyleymiş gibi yapar.

Milletimiz tarihi kurgusal gözle bakınca sevdiğine göre, kurgu tarih üzerinde sultasına devam ediyor.
Yorumlar (0)
15
açık
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 34 89
3. Trabzonspor 35 58
4. Beşiktaş 35 54
5. Başakşehir 34 52
6. Alanyaspor 35 49
7. Kasımpasa 34 49
8. Rizespor 35 49
9. Sivasspor 34 48
10. Antalyaspor 34 45
11. A.Demirspor 35 44
12. Samsunspor 35 42
13. Kayserispor 35 41
14. Ankaragücü 35 39
15. Karagümrük 35 37
16. Konyaspor 34 36
17. Gaziantep FK 34 34
18. Hatayspor 34 33
19. Pendikspor 34 30
20. İstanbulspor 35 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 33 72
2. Göztepe 33 69
3. Sakaryaspor 32 57
4. Kocaelispor 32 55
5. Ahlatçı Çorum FK 32 55
6. Bodrumspor 32 53
7. Boluspor 32 50
8. Bandırmaspor 32 47
9. Gençlerbirliği 32 47
10. Erzurumspor 32 44
11. Keçiörengücü 32 39
12. Manisa FK 32 37
13. Ümraniye 32 37
14. Şanlıurfaspor 32 34
15. Tuzlaspor 32 34
16. Adanaspor 32 33
17. Altay 32 9
18. Giresunspor 32 7
Takımlar O P
1. Arsenal 36 83
2. M.City 35 82
3. Liverpool 35 75
4. Aston Villa 35 67
5. Tottenham 34 60
6. Newcastle 35 56
7. M. United 34 54
8. Chelsea 34 51
9. West Ham United 35 49
10. Bournemouth 36 48
11. Wolves 36 46
12. Fulham 36 44
13. Brighton 34 44
14. Crystal Palace 35 40
15. Everton 36 37
16. Brentford 36 36
17. Nottingham Forest 36 29
18. Luton Town 36 26
19. Burnley 36 24
20. Sheffield United 36 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 34 87
2. Girona 34 74
3. Barcelona 34 73
4. Atletico Madrid 34 67
5. Athletic Bilbao 34 61
6. Real Sociedad 34 54
7. Real Betis 33 49
8. Valencia 33 47
9. Villarreal 33 45
10. Getafe 34 43
11. Osasuna 33 39
12. Deportivo Alaves 33 38
13. Sevilla 33 38
14. Las Palmas 34 37
15. Rayo Vallecano 33 34
16. Mallorca 34 32
17. Celta Vigo 33 31
18. Cadiz 34 26
19. Granada 33 21
20. Almeria 33 14