Penturk Haber
2013-05-29 03:13:59

GENÇ SUBAYLAR

29 Mayıs 2013, 03:13

 Türk Silahlı Kuvvetleri'nde rütbe süreleriyle ilgili değişiklik hazırlığı gazetelerin manşetlerindeydi. Hemen hepsinde ortak iki vurgu vardı; GENÇ SUBAYLARA BÜYÜK MÜJDE ve TSK'DAKİ KOMUTAN SIKINTISI AŞILIYOR. Değişiklikle ilgili tasarıda, albayların generalliğe terfi için bekleme süresinin 5 yıldan 4 yıla, general/amirallerin bekleme süresinin de 4 yıldan 3 yıla indirilmesi planlanıyor.

 

Tahmin ediyorum, "E bu neden yazı konusu?" diye soruyorsunuz. Gazetelerin ve internet sitelerinin ortak mesaj taşıyan başlıkları yüzünden. Ben mesleğimi tanırım. Henüz tasarı olan bir çalışmaya dair ortak başlıklar, bilirim ki genellikle "Algı mühendisliğinin" ürünüdür. Farklı açılardan yorumlanabilecek, farklı sorular sordurabilecek, üzerinde düşünme ihtiyacı doğurabilecek hazırlıklar, benim mesleğime "Algıyı yönlendirebilecek" ortak başlıklarla sunulur. Haber genellikle ajans kaynaklı olur ve haberi sayfaya ya da ekrana yansıtacak editörlere "Hazır başlıklarla" servis edilir. Ve bu hazır başlıklar da, hem editörün işini kolaylaştırır hem de algıyı yönetir.

 

Ne diyor gazeteler ve televizyon haberleri; "GENÇ SUBAYLARA BÜYÜK MÜJDE" ve "TSK'DAKİ KOMUTAN SIKINTISI AŞILIYOR." Bakın size bir sır vereyim, bu satırları yazarken henüz BENGÜ TÜRK bu haberi yayınlamadı. Ben de henüz editör arkadaşlarıma bir şey sormadım ve bu konuda uyarmadım. Yarın bu konuyu hatırlatacağım size, göreceksiniz, ilk yayınlandığı bültende bu iki başlıktan birini kullanacak arkadaşlarım. BENGÜ TÜRK gibi, ekrana vereceği haberi sorgulayabilen bir editoryal bile bu algı mühendisliğinden nasibini alacak, eminim. Bunu hatırlatacağım sizlere. Şimdi gelelim asıl meseleye.

***

Bakın, Balyoz,Kafes, Ümraniye gibi davaların savcısı olmakla gurur duyan Başbakan, bir süre önce bir televizyon programında "Türk Silahlı Kuvvetleri'nde atayacak komutan kalmadı. Olur mu böyle bir şey?" dedi. Şaka gibi sözlerdi aslında, aklımızla alay ediliyordu ama neyse. Şimdi, TSK'da komutan kalmadıysa, bu davaların "SAVCILIK" makamının icraatları yüzünden kalmadı. Binlerce delille çürütülmüş davalarla Türk'ün silahlı gücüne tuzak kurup, deneyimli kadroları cezaevlerine doldururken "STATÜKOYU YIKIYORUZ" naraları atanların, bugün komutan sıkıntısından bahsetmesi size ne kadar samimi geliyor. Bugün bu sıkıntılara yol açan "Delil üretmeler" ve "Tutuklama" talepleri "Savcılar" gözeteminde tertiplendi ve yapıldı. E bu davaların savcısı olan Başbakanımız da bu sürecin en önemli aktörüydü. Bugün, atayacak komutan bulmak için, terfi bekleme süreleriyle uğraşacaklarına, uydurma delillerin hukuk ve adalet için büyük ayıp olduğu gerçeğini kabul edip, hazır yetişmiş komutanları hak ettikleri görevlere getirmek daha kolay değil mi?

Meselenin bir başka boyutunda yine benim sevgili meslektaşlarım var. Madem bu davalar ve tutuklamalar Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ciddi bir sıkıntıya yol açıyor, dolayısıyla Türkiye'nin güvenliğini riske ediyorsa, bu süreçte neden bunun üzerinde durulmadı. Yani bugüne kadar, "Müjde ya da Komutan sıkıntısı" başlığını atanlar, böyle bir sorun varken neden gık demedi?

Dedim ya, ben mesleğimi tanırım ve her adımından huylanırım. Akıl ve ruh sağlığımda bir sorun olduğundan eğil, "TAKLACILARI" iyi tanıdığımdan. Bu yüzden, karışık bir konuda, geçmişi olan bir konuda ortak başlık gördüm mü, sorular sorarım, yanıtlar ararım.

Şimdi soralım;

-Bu davaları kim yürüttü? Başbakanın da dahil olduğu savcılar ve Emniyet İstihbarat birimleri.

Pekiiii, Başbakan bugün ne diyor? "TSK'da atayacak komutan bulamıyoruz" Bu davaların diğer savcılarının durumu ne? Kimi görevden alınıyor, zaten bu davalar haricinde de yetkiler tırpanlandı.

Eee, bir de bunun icra ayağı yani istihbarat ve terörle mücadele birimleri var. Oralarda durum ne? Bakın size bir camiaya yakınlığı bilinen Bugün Gazetesi'nde dün yayınlanan Adem Yavuz Arslan imzalı yazıdan alıntı yapayım;

"Ergenekon'u, Balyoz'u deşifre eden Emniyet İstihbarat'taki tüm birimler tasfiye edildi"

Böyle diyor Adem Yavuz Arslan. Kendisi malumunuz, emniyet içindeki belli bir grubun sürekli beslediği bir kalemdir. Son 6 yıldaki oyunla ilgili en mahrem bilgilere ulaşabilmiş (!) bir kalemdir. Ve bugün ciddi bir tehlikeden söz edip, "Türkiye'nin istihbarattaki 10 yıllık hafızası silindi" diyor.

Bu kadrolarla ilgili temizlik önce il emniyet müdürlüklerinde başladı. Ve sözünü ettiği bu kadrolar

Balyoz gibi, Kafes gibi, Ümraniye gibi davalara delil üretmek konusunda maalesef sicil sorunu olan kadrolar. Hani şu genç teğmenin telefonuna "sehven" numara yükleyenler. 2003 yılındaki darbe planını, 2007 yılında üretilmiş bir Word programıyla sunanlar. Poyrazköy'deki kazılara geldiklerinde, "Şu çeşme nerede?" deyip, elleriyle koymuş gibi bulanlar. (Ki bu bilginin savcılık tarafından verildiğini rapor etmelerine rağmen, savcılığa arama gününden çok sonra ulaştığı bilgisini hesap edemeyenler) ve ENGİN ALAN gibi bir kahramana "Terörist" diyebilenler.

Bu kadrolar tasfiye ediliyorsa, ortada bir başarısızlık vardır. Eğer başarısızlık yoksa başka bir hesap. Elbette devlette görevler geçicidir, devamlı olan devlettir. Ama özellikle istihbarat kadrolarında, birikim, hafıza ve tecrübe vazgeçilmez olduğundan bu kadrolarda durum farklıdır. Eğer toptan tasarruflarda bulunuluyorsa ortada ya bir zafiyet ya da başka bir hesap vardır.

İşte bun de sözü buna getirmek istiyorum. Bu kadroların (şahsi fikrimdir) yer aldığı bazı organizasyon ve kurmacalar yüzünden TSK'nın komutanları cezaevine doldurulmuşsa, üstelik "Ben bu davaların savcısıyım" diyen Başbakan da kendini bu görevden tasfiye etmişse, komutan bulmakta zorlanmamak için atacağınız adım bellidir; TÜRK'ÜN SİLAHLI GÜCÜNE İADE-İ İTİBAR. Biz TÜRKLÜKLE savaşırken, TÜRK'ÜN SİLAHLI GÜCÜ ile kolkola olmanızı zaten beklemiyoruz da, en azından sizi bir sorundan kurtarmak için öneride bulunuyoruz; Bırakın, o bütün iddialarınızı çürütmüş komutanları, mesele çözülsün. (Bu davalarla ilgili bazı isimlere dair fikri haklarım saklıdır)

Savcı kendini tasfiye etmiş, icracılar, eski savcı Başbakan'ın bakanınca tafsiye edilmiş, e mağdurlar ne olacak? Bir başka deyişle ortada bir sorun var, sorunu üretenler tasfiye ediliyor ama sorunun mağdurları hala içeride. Komutan aramayı bırakıp, komutanların zaten mevcut olduğunu hatırlayın, mevzu tamam.

Yoook, olur mu öyle şey. Belli bir camiaya bağlı oldukları bilinen kadroların tasfiye sebebi, bu süreçteki ayıpları değil ki; DİNLEMEMELERİ GEREKENLERİ DİNLEMEYE KALKMALARI. Şimdi anladınız mı mevzuyu. Başkasına yapılırken "SAVCIYIM" diyenler, iş kendilerine dayandığında TASFİYE emri verdi.

Ve bizim de olan biteni, "GENÇ SUBAYLARA MÜJDE ya da TSK'DAKİ KOMUTAN SIKINTISINA ÇÖZÜM" başlığı ile algılamamız bekleniyor. Oysa şu itiraf en doğrusu; "Biz TÜRK ile uğraşabilmek için önce onun silahlı gücünü zayıflattık." Ve şimdi de onun genetiğiyle oynuyoruz. Bir nevi GDO durumu.

Son soru; Hiç düşündünüz mü? Bunca zaman gerçekleşmeyen Fetullah Gülen ziyareti neden bu süreçte yapıldı? Ve siz daha önce de Gülen ile görüşen Bülent Arınç'ın, televizyonlara çıkıp "Görüşmeyi şiirsel bir dille anlattığını" hatırlıyor musunuz? Hayır. Peki bugün neden farklı?

Çünkü, "Aramızda mesele yok" mesajı vermek istiyorlar tabana. Oysa var, hem aranızda çok ciddi mesele var hem de memleketin meselesi var.

Konu açılmışken süreci daha iyi okuyabilmeniz için bir tavsiye; Kardak'taki timin komutanı Albay Ali Türkşen'in, "KARDAK'TA KAHRAMAN, HASDAL'DA ESİR" adlı kitabını okuyun. "Ben bir TÜRK SUBAYIYIM" diyen Türkşen'in anlattıklarına çok şaşıracaksınız.

 

ÖNCE BAŞBAKAN SONRA AHMET TÜRK

Başbakan'ın "Görüşlerinin bir gecede değiştiği" ABD ziyaretinin hemen ardından Washington'un konuğu Ahmet Türk oldu. Ziyaret tarihleine tesadüf diyebilecek aklı evvel bol ülkemizde. Onları dertleriyle baş başa bırakıp, Ahmet Türk'ün sözlerine kulak verelim;

-Çözüm sürecinin bu kadar hızlı ilerlemesine Amerikalılar çok şaşırıyor.

Ben de neye şaşırıyorum biliyor musunuz? Türkiye'nin iki siyasi aktörünün "Çözüm(!)" adlı süreci, Ankara'da karşılıklı değil, Washington'da "ABİLERİNİN" gözetimi ve aracılığında konuşuyor olmalarına. Ve tam şaşırdığım anda da aklım beni uyarıyor; Kendi projeleri olsa burada konuşurlardı. Doğaldır ki, projenin asıl sahibinin hakemliği ve aracılığıyla konuşuyorlar.

 

PAÇAVRANIN TİŞÖRTLERİ

Diyarbakır'daki dükkanlarda "Kürdistan" yazılı tişörtler satılıyormuş ve benim medyam da bunu şaşkınlıkla aktarıyor.

Be benim alık medyam; Şirin Payzın televizyon ekranında "Güney Kürdistan" dedi şaşırmadınız. Altan Tan, "Kürdistan gerçeğini kabul edeceksiniz, hiç kıvranıp durmayın" dedi şaşırmadınız. Gülten Kışanak'ı,Osman Baydemir'i, Aysel Tuğluk'u, "Özerkliği ilan ediyoruz" dedi (Sanki Jüpiter'de özerklikten söz ediyorlardı) şaşırmadınız. Ülkemin bakanı meclis çatısı altında "Kürdistan" dedi şaşırmadınız. Ülkemin Başbakanı, gece gündüz "Kürdistan" rüyası görenlerle yol arkadaşlığı yapıyor, bırakın şaşırmayı, alkışlıyorsunuz. "Kürdistan" rüyasını görenlerin yoluna kilim olmuş (S)Akilleri neredeyse pamuklara sarıp sarmalayacaksınız. Diyarbakır'da paçavranın tişörtü satılıyor diye şaşırıyorsunuz. Hizet ettiğiniz hayalin paçavrası tişört olunca "Ay şekerim gördün mü?" havaları.

Şaşırdınız mı yoksa "Erken oldu" diye kızıyor musunuz bilemedim. Ama bildiğim bir şey var, siz "İ.." kumaşından delikanlıya elbise dikmeye çabalıyorsunuz. Iıı ııh, yukarısı ayrı, aşağısı ayrı oynadığı için, dikiş tutmuyor.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.