Penturk Haber
2014-05-16 08:47:42

EHAD, EHAD YA BİLAL!

16 Mayıs 2014, 08:47

 Uçsuz bucaksız çöllerin kızgın kumları bedenini sarıyor.

Üstünde mi? Kocaman bir kaya; ateş parçası! Ve…

Zayıf, çelimsiz siyahî bir vücut, parlar güneş altında.

Gövde orada. Orada da… Ruhu kanatlanmış Allaha!

“Dön bu yeni dinden de kurtul!” derler.

Derler de, mümkün mü? Bir kere bulmuş ab-u hayatı…

Vazgeçer mi gerçek hürriyetinden?

Ateşin altındaki saatler…

İşkenceci müşriklere yıllar gibi gelir.

Ancak; Bilal için “an gibi…”

Evet, Ruhuna zincir vuramamış,

Şimdilik vücudunu köle eden zihniyet!

Çölde… Ateşin harları zirve yapar. Yapar da!

“O ise; Şehbal açar, Efendisinin yamaçlarına,

Orada bulur serinliği” Derken…

Haber alır almaz Ebubekir, gelir yanlarına.

Görür ki, “ehad, ehad!” kaplamış etrafı.

O da kapılır “ ehad’ın “ hülyalarına.

Ve… Tek bir söz söyler, Bilal’e işkence yapan zalime:

—Ne istiyorsun? Zalim de,

— Şu kadar, der.

Aslında zalim de bıkmış bu hâlinden siyahî kölenin.

Buna can mı dayanır yahu, İnkâr etse kurtulacak.

Evet, zalime göre; güya kurtulacak. Da…

Bu köle hâlâ neden?

 “Ehad, ehad!” diyor.

Neredeyse orada canını bırakacak.

Sonrası mı? Serbest kalır Habeşli köle.

Zalim: “- Bir ukiye’ de verseydin,

verirdim sana bunu,” deyince.

Bilal’ın kokusunu ötelerden almışçasına…

“— Yüz ukiye’de isteseydin alırdın benden, der Ebubekir.”

Evet, bu siyahî köle… Şimdi kölesi oldu Allah’ın!

Akabinde de buldu kaynağını hayatın.

Artık ram olmuştu… Hem de ebedî. Kime mi?

Elbette ki; Mevcudatın Rabbi olan Allahın:

“Âlemleri senin için yarattım.” dediği kuluna!

Yıllar kaydı… Gün devrildi.

Onun da kalbi soldan sağa çevrildi.

Topukları üstünde de dönmedi gerisin geriye…

Hiç ayrılmadı yanından nebinin.

Bir gün… Gün geldi, vakit çattı.

—Kalk ya Bilal..! 

Huzuru bulalım ağzından, dediler.

Çıktı damına Kâbe’nin, bir ezan okudu.

Pir okudu! Ezan ki, arş hâlâ dinlemekte…

Onsuz minareler mi? İnim inim inlemekte…

Müezzinler her daim fatihalar göndermekte.

Şüphe yok… Elbette.

Hak etmişti ümmetten bunu. Çünkü…

Siper etmişti gövdesini ölümüne sevgiliye!

Ebediyete intikal edince Nebi!

Oda kapandı içindeki kaderine.

Şimdi… Nerede? O yanık sesli Bilal!

Nerede? Mekke’yi, Medine’yi…

Arşın kubbelerini okşayan O ses!

Kesildi, dermanı kalmadı…

Eylemek istedi terk-i diyar. İzin istedi.

— Kal, kim okuyacak ezan? Diye vermedi.

Ancak Sen, beni Allah için mi kurtardın;

yoksa nefsin için mi?

Sorusuna muhatap olunca Ebubekir…

— Allah için ya Bilal, Allah için; buna inan!

— O zaman bırak gideyim, Evet…

“Sevgiliden sonra yok bana burada hayat!”

Aldı izni, attı kendini serhat boylarına…

An oldu, zaman doldu…

Bu sefer “Sevgilinin ciğerpareleri” haber saldılar.

Rüyada da görmüş ve özlemişti…

Geldi Medine’ye, verdi bir ezan!

Ezan ki… Duyan:

“Hayata döndü, Resul geldi!” sandılar.

Öyle ya…Resul’le anarlardı Bilal’i.

Resul yoksa o da yok bilirlerdi.

Fakat… Bilal’in sesi kulaklarda!

Acaba: Resul geri mi geldi?

Şüphesiz, gelen sadece Bilal’di.

Zaten… Resul de hiç gitmemişti ki!

Bitiremeden ezanı hıçkırıklarla bayıldı Bilal.

Gün dönünce, vakit gelir. Elbette ehli gönül bilir.

— Sen ne iyisin, diyenlere.

— Habeşli bir köleydim, unutmadım bir an! Diyerek…

Öylece ebediyete eder intikal.

Bize gelince…

Yıldızları saymaya ve anlamaya hallimizce devam!

Devam da…

Yanlışlar nefsimdendir, unutulmaya.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.