Penturk Haber
2012-09-22 02:56:34

Filistin'in Bağımsızlığı Mı? Yoksa Bütünlüğü Mü?

22 Eylül 2012, 02:56

Ortadoğu gündeminin neredeyse 1900’lülerin başından beri değişmez konularından olan Filistin sorunu her dönemde kendine özgün gelişmeler ile yeni bir boyut kazanmaktadır. Filistin yönetiminin ve bölgede bulunan güçlerin, İsrail Devleti ve uluslararası kamuoyu ile olan ilişkileri inişli çıkışlı bir grafik sergilemektedir. Filistin bölgesindeki içsel dinamikleri ele aldığımız zaman; ortak amacın özgür ve egemen bir Filistin devleti olduğu baskın bir şekilde göze çarpmaktadır. Buna rağmen Filistin topraklarının ve Filistinlilerin yönetimi için metodolojisi ve siyaset algısı farklı temel yönetim güçleri ortaya çıkmaktadır. Filistin direnişinin iki büyük gücü olan El Fetih ve Hamas hem kuruluş, fikir ve teşkilatlanması hem de Filistin’in kurtuluş reçeteleri açısından farklılık göstermektedirler. Bu farklılıklar örgütlerin kuruluş yıllarına yani 60’lı senelere dayansa da 2006’da gerçekleşen Filistin Ulusal Yönetimi seçimlerinde[1] kriz eşiğinin çıtası yükselmiştir. Bu süreç içerisinde çift başlı bir yapı meydana gelmiş ve meşru Hamas yönetimi ABD-İsrail ekseninden ambargo yemiştir. El Fetih ise “Camp David” ten bu yana süre gelen müzakereci tutumu ile batının Filistin üzerindeki meşru temsilcisi konumundaki statüsüne devam etmiştir. Aslında bölgede 2000’li yıllara kadar yapılan müzakere ve barış anlaşmalarının yegâne muhatabı FKÖ ve bu çatı altındaki en büyük güç olan El Fetih olmuştur.[2]

Hamas’ın hükümet kurduğu döneme kadar ki izlediği siyaset; direniş ve taviz vermez bir bağımsızlık mücadelesi üzerineydi. 2006 seçimlerinden sonra, özellikle de Ulusal Birlik Hükümetinin kurulması sürecinde; Hamas, stratejik politika gereği hem Arap ve İslam dünyasından hem de AB üzerinden meşruiyetini ispatlama yönünde pek çok girişimde bulunmuştur. Bunların pek çoğu ise kendisine mesafeli olan Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Müslüman devletlere, Hamas’ın uzlaşmacı tavrını sergilemek üzerine olmuştur. 2006 seçimlerinden bir ay sonra Mahmud Abbas ve İsmail Haniye arasında bir birlik kurma yönünde en ciddi adım atılmış olsa da İsrail’e karşı yürütülecek politika ve Filistin topraklarının geleceği konusundaki temel antlaşmazlıklar tekrar gün yüzüne çıkmıştır.


Filistin direnişi konusunda olası El Fetih-Hamas ittifakının koşullarının hangi ölçüde belirleneceği halen merak konusudur fakat Filistin halkının genel tavrı; Batı Şeria ve Gazze Şeridindeki farklı yönetimlerin birleşmesi ve demokratik devlet başkanlığı ile birlikte parlamento seçimlerinin yapılmasıdır. El Fetih’in ve Hamas’ın yürürlüğe koyduğu politikaların ayrı ayrı değerlendirilmesi bugün ki çatışmanın ve güç dengesinin analizini kolaylaştırmaktır. 


Öncelikle Hamas bölgedeki direniş politikasını iktidara geldiği vakit yumuşatmak zaruretinde kalmıştır. Ancak bu durum ise bir dönemler dünya siyasetinde yalnız kalmak yerine, belediye düzeyinde temsil haklarına sahip olmayı tercih eden Arafat’ın eleştirildiği kadar; Hamas’ın eleştirilmesine neden olmamıştır. Zira uluslararası kamuoyundan destek arama içerisinde bulunan Hamas, Filistin direnişini meşru kılmak için örgüt felsefesinden taviz vermek yerine diplomasi metotlarını etkin kullanmayı tercih etmiştir. Aralarında Türkiye ve İran’ın da bulunduğu pek çok İslam ülkesine diplomatik temaslarında bulunmuşlardır. 







Filistin yönetiminin dış politikada müttefik arayışlarını bir kenara bırakırsak, iç siyasi dengelerde devlet başkanlığını elinde bulunduran El Fetih karşı denge olarak ortaya çıkmaktadır. Meşru hükümetin yapması gereken hizmetleri bakanlık ve başkanlık düzeyinde müdahalesi ile tırmanmıştır. Bunun sonucunda ise Gazze merkezli bir Hamas ve Batı Şeria merkezli FKÖ- El Fetih yönetimi oluşmuştur. 


Diğer ana yönetim unsuru olan El Fetih’in Filistin politikalarının özellikle de 2006’dan sonra giderek güvenilirliğini yitirdiği gözlemlenmektedir. Yıllardır Filistin halkı için temel siyasi irade olarak söz söyleme hakkına sahip olan El Fetih, parlamento içerisindeki yolsuzluklardan başlayıp da yeni Yahudi yerleşim birimlerinin kurulması için İsrailli taşeronlara Filistin çimentosu satılmasına kadar pek çok örnekle[3] git gide itibar kaybına uğramıştır.. Filistin’de uzlaşma ve İsrail devletinin meşruluğunu kabul eden taraf olan El Fetih, geniş bir örgütsel yapıya sahip olmasından ötürü Yaser Arafat’ın son dönemlerinde ve Arafat’tan sonra mensuplarının hâkimiyetini tam anlamı ile kontrol edememiştir. Yıllardır süregelen sorunların bir türlü netliğe kavuşamaması, Gazze ve Batı Şeria bölgelerindeki siyasi ve idari bölünmüşlük, Gazze bölgesine İsrail ve Mısır tarafından uygulanan ambargolar ve Hizbullah’ın Güney Lübnan’daki başarısı; Filistin halkı için El Fetih’e karşı Hamas’ın daha belirgin şekilde desteklenmesine neden olmuştur. 


2000 yılı sonrası El Fetih ve Hamas cephelerindeki bu gelişmeler ışığında bu iki temel gücün ittifakı için tüm İslam devletleri ve Arap Birliği kelimenin tam anlamı ile yoğun uğraş vermiştir.[4] Ağustos 2006 tıkanan Ulusal Birlik hükümeti görüşmeleri, 2007 başlarında olumlu bir atmosfer içerisinde Mekke’de tesis edilmiştir. Mart 2007’de İsrail’in Gazze saldıralarına Hamas’ın terörist bir kuruluş olduğu gerekçesi ile devam etmesi, Ulusal Birlik Hükümetinde tekrardan bölünmelere neden olmuştur. Haziran 2007’de Hamas’ın; Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesi ve Ocak 2008 tarihinde ise İsrail’in yoğun bir Gazze kuşatmasına başlaması Mahmut Abbas’ın olağanüstü hale gitmesine yol açmıştır. 2008-2011 yılları arasında ise tablo değişmemiş, Filistinliler hem içteki iki dinamiğin çatışması hem de uluslararası Gazze ambargosu nedeni ile çok güç bir durumda kalmıştır. 


Filistin yönetimi, Arap dünyası için büyük bir ikilem teşkil etmektedir. Bu unsur; Batı karşıtlığı üzerine hem bir itibar meselesi hem de Batı bloğu ile ilişkilerini geliştirme aracı olarak kullanılmaktadır. Hamas’ın ilk başlarda yalnız bırakılması uluslar arası arenada İran merkezli bir siyaset izlemesine neden olmuş bunun üzerinde ilk olarak Ürdün Kralı Abdullah tarafından kullanılan “Şii hilali” kavramını ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte uzlaşmacı ve barış stratejisi içerisinde bulunan El Fetih ise baskın güç olarak kabul görmüştür. Özellikle Suudi Arabistan-İran zıtlaşmasından ötürü Arabistan-Ürdün ikilisi ve Barış sürecindeki İsrail’in tanınmasından ötürü İsrail, El Fetih’in Filistin üzerindeki meşruluğunun artmasını istemesi olasıdır. Lakin bu noktada iki örgütün küresel geçerliliği üzerinden meşruluğunu tartışmak uluslararası hukukun self-determinasyon ilkesine aykırıdır. 


Şüphesiz iki örgüt, bağımsızlık davası ve Filistin halkı için sayısız fedakârlıkta bulunmuştur. Filistin’in kendi bütçesinden tutun direniş örgütlerine kadar tüm yaşamsal faaliyetleri dış desteklidir. Bunun için Filistin üzerindeki meşru hükümet sorunu “düşük seviyeli kriz politikaları” ile batı tarafından manipüle edilmeye açıktır. Buradaki belirleyici tutum ise İslam dünyasının “Arap Baharı” denilen olgu ile nasıl bir pozisyon sergileyeceğidir. Mısır’daki devrim sonucu istediğini elde etmiş görünen Müslüman Kardeşler, Mısır yönetiminin Gazze ambargosunu kaldırmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra Son günlerde sorulması gereken soru ise Hamas’ın batı tarafından meşru kabul edilmesi için Müslüman Kardeşler eski dost Suriye-İran bloğuna karşı tavrını daha belirgin hale getirecek midir? Bu dengeleri göz önünde bulundurursak güçlü bir Filistin iradesi için Gazze ve Batı Şeria bölgelerinin bütünlüğü önem arz etmektedir. Bağımsızlığa giden süreç Filistinli Arapların ortak mutabakatından çıkacaktır.


Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.